Ülkemizde uzun yıllar GSMH içinde ortalama %3,5 paya sahip olan sağlık harcamaları, sağlık hizmetine ulaşımın önündeki engellerin kaldırılmasına yönelik uygulanan politikalar sonucu, 2006 yılı itibariyle sadece kamu sağlık harcamaları için %5,3’e ulaşmıştır. (1) Toplam sağlık harcaması açısından ise bu oran % 7 civarında hesaplanmaktadır. Bu durum sağlık finansmanının sürdürülebilirliği ve kontrol mekanizmaları üzerindeki tartışmaları ve politika arayışlarını da gündeme getirmektedir.
İster kurumsal, isterse bireysel olsun sağlık hizmeti sunucuları ile finansmanı sağlayan kurumların çıkarları temelde çatışma içindedir. Sağlık hizmeti sunucuları bireyin sağlığını yitirmesi halinde gelir elde etme imkanına kavuşurken, finansman kurumları bireylerin sağlıklı kalması durumunda avantajlı durumda olmaktadırlar.
Sağlık hizmeti sunucuları ile finansman sağlayan kurumlar arasında temelde var olan bu çıkar çatışmasının çözümü için, her iki tarafın da kazandığı değişik ödeme modelleri geliştirilmiştir. Örneğin, HMO (Health Meintenance Organization) ve Kapitasyon ödeme modelleri, finansman kurumunun risklerini hizmet sunan kurumlara devretmek suretiyle bu çıkar çatışmasını ortadan kaldırmayı hedeflemektedir. Bu ödeme yöntemlerinin bireyin sağlık hizmetine ulaşımını engelleyici etkileri nedeniyle, yaygın bir şekilde uygulanmasını engellemektedir. Ancak aile hekimliği uygulaması, koruyucu sağlık hizmetlerini öncelemesi nedeniyle hizmet sunucuların ve finansman kurumunun birlikte kazandığı organizasyon modeline iyi bir örnek teşkil etmektedir. Dünya genelinde hızla artan sağlık harcamalarının yönetiminde, sağlık hizmetine olan talebin kontrol edilmesi önemli bir başlık olarak ortaya çıkmaktadır. Bu, katılım payı uygulaması yanında, bireyin sağlığından kazanan hizmet organizasyonlarının geliştirilmesi ve finanse edilmesi ile de mümkün olmaktadır. Ancak ülkemizde bugüne kadar kamu sağlık finansmanında rol alan sosyal güvenlik kurumları, koruyucu sağlık hizmetlerinin finanse edilmesine yönelik herhangi bir politika izlememiştir. Bu görev ve yetki, sağlık hizmeti sunan organizasyon olan Sağlık Bakanlığı’na bırakılmıştır.
Aile hekimliği, finansman kurumuna sağladığı avantajlar yanında, en önemlisi doğumdan ölüme kadar bireylerin sağlıklı kalmasından ve sağlıklarını yitirmesi halinde bütüncül bir yaklaşımla en etkin şekilde tedavi edilmesinden birincil derecede sorumlu olması nedeniyle hem bireylerin sağlıklı kalması, hem de toplumun sağlık düzeyinin korunması ve geliştirilmesi adına çok önemli fırsatlar sunmaktadır. Nitekim bu anlayışla, 1 Temmuz 2007 tarihinde yürürlüğe girmesi beklenen 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununda bireye yönelik koruyucu sağlık hizmetleri ve bunu yaşama geçirmek üzere aile hekimliği uygulaması ülkemizde ilk defa sosyal güvenliğin kapsamına alınmıştır. Aksi takdirde, bugüne kadar olduğu gibi, finansman kurumlarının sadece tedavi edici hekimliği finanse eden bir anlayışla var olması, sağlık hizmetlerinin finansmanının sürdürülebilirliği adına ciddi risklerin ortaya çıkmasına neden olacaktır.
5258 sayılı Aile Hekimliği Pilot Uygulaması Hakkında Kanun ile ilk defa Düzce ilinde yaşama geçirilen ve halen 9 ilde uygulanan Aile Hekimliğinin, toplumun sağlık düzeyine ve ilde yapılan toplam sağlık harcamasına olan etkisinin analiz edilmesi ve elde edilecek bulguların bundan sonraki sağlık politikalarının belirlenmesinde ve GSS uygulamasında hayati öneme sahip bir argüman olacaktır. Bu analizi de önümüzdeki köşe yazımızda yapmaya çalışacağız.
26.02.2007 tarihinde Medimagazin Sağlık Haber Portalında yayınlanmıştır. Ulaşmak için lütfen tıklayınız: https://www.medimagazin.com.tr/authors/huseyin-celik/tr-saglik-finansmaninin-surdurulebilirligi-icin-aile-hekimligi-72-65-1039.html
